MERDİVEN
Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden, Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak, Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak... Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta, Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta... Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller; Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller, Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer? Bu bir lisân-ı hafîdir ki ruha dolmakta, Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...Ahmet HAŞİM
6 Ara 2014
3 Tem 2014
MASAL KOKUSU
ben bu kapıları bir bir açarım açmasına ama kırarım
şehzadelerle gitti ölü devin altın anahtarları
masallara dönük yüzlerinizde o hiç eksilmeyen kaygu
o donuk maviliği masal cennetlerinin
bırakın işte gözleriniz alın işte yumruklarınız
ama siz aptalsınız aptalsınız
bir gün masallaşırsam görün işte cüceliğimi
aktıkca büyüyen sulardı benim şarkılarda aradıklarım
ben bu kapıları bir bir kırarım kırmasına ama siz korkaksınız
daha çocuk bile değilsiniz siz
devler çizersiniz altın sarayların kapılarına
sonra durup ağlarsınız ağlarsınız
bu kan sizin kanınız , evet ama ya siz kimsiniz
neden böyle yorgunsunuz neden böyle aldatılmış
alıcıkuşlar döner ürpertili etlerinize
mumyaların gölgesinde piramitler dikersiniz
atı otu iti eti bırakıp gerçek saraylarda
sürülerle kaçarsınız kaçarsınız
aktıkça büyüyen sulardı benim şarkılarda aradıklarım
ben bu kapıları bir bir açarım açmasına ama kırarım
şehzadelerle gitti ölü devin altın anahtarları
masallara dönük yüzlerinizde o hiç eksilmeyen kaygu
o donuk maviliği masal cennetlerinin
bırakın işte gözleriniz alın işte yumruklarınız
ama siz aptalsınız aptalsınız
bir gün masallaşırsam görün işte cüceliğimi
aktıkca büyüyen sulardı benim şarkılarda aradıklarım
ben bu kapıları bir bir kırarım kırmasına ama siz korkaksınız
daha çocuk bile değilsiniz siz
devler çizersiniz altın sarayların kapılarına
sonra durup ağlarsınız ağlarsınız
bu kan sizin kanınız , evet ama ya siz kimsiniz
neden böyle yorgunsunuz neden böyle aldatılmış
alıcıkuşlar döner ürpertili etlerinize
mumyaların gölgesinde piramitler dikersiniz
atı otu iti eti bırakıp gerçek saraylarda
sürülerle kaçarsınız kaçarsınız
aktıkça büyüyen sulardı benim şarkılarda aradıklarım
-Hasan Hüseyin Korkmazgil-
CANIM ALİYE, RUHUM FİLİZ
Sabahattin Ali bu kitaptaki mektuplarını hep Osmanlıca yazmış. Sadece kızı Filiz'e yazdığı mektuplar Latin harfleriyle yazılmış. Mektuplar 1935-1948 tarihleri arasındaki dönemi kapsıyor.
Aziz Nesin için "şimdilik işleri tek başına Aziz Nesin'in üzerine bırakmama imkan yok . Henüz siyasi bakımdan da, mizah seviyesi bakımından da kontrole muhtaç " diye yazmış.
"Ah Aliye, benim güzel, iyi kalpli Aliye'ciğim, bana bir daha sakın o mektubuna benzer mektuplar yazma. Ben hayatımda o kadar ağır laflar dinlemeye mecbur oldum, bunlara o kadar sessizce tahammül ettim ki sevdiğim, uğruna hayatımı bile verebileceğim bir insanın bana en ufak bir sitemi beni bugün fevkalade yaralıyor. Açık bir yaraya fiske vuruluyormuş gibi oluyor."
"Bundan sonra hiç kimse sana benim kadar yakın olmayacak. beraber Almanca öğreneceğiz, ben İngilizce öğrenmek istiyorum, beraber İngilizce dersi alacağız, ben kitaplar tercüme edeceğim, bunları beraber okuyacağız, neşeli ve kederli olacağız, ne olursa olsun, bütün bunlar hep beraber, hep ikimizin iştirakiyle olacak ve başka hiç kimse karışmayacak."
"Etrafın seni sıktığı zaman kitap oku… Ben şimdiye kadar her şeyden çok kitaplarımı severdim. Bundan sonra her şeyden çok seni seveceğim ve kitapları beraber seveceğiz."
"Sana neler yazayım ki sen neşe içinde yüzesin. Ben neşeyi senden öğreneceğim. Hayat ve felaketler beni o kadar gülmekten ve neşeden uzaklaştırdı ki kendimi, senin getirdiğin bu saadet dünyası içinde bile şaşkınlıktan kurtaramıyorum. O kadar talihin kahrına uğramışım ki hayatta bana da mesut olmak nasip olabileceğine inanamayacağım geliyor. Evde iki resmini de karşıma alarak saatlerce bakıyorum ve saadet adeta beni sarhoş ediyor. Sevinçten ağlamak istiyorum."
21 Haz 2013
Nasıl oluşur halkların ortak tarihi? Ortak inançla, ortak kültürle, ortak ülküyle, ortak anılarla değil mi? Ortak tarihin oluşmasına; kuşkusuz bu saydıklarıma benzer kimi öğeler eklenebilir daha, kimi öğelerin katkıları eklenebilir. Zaten, ortak tarih de, ortak uygarlık anlamına gelmiyor mu? Hatta, özetleyerek söyleyecek olsak, ortak bir ‘ülkü’ olmadan ortak bir tarih oluşabilir mi?
Tüm Ortadoğu halklarıyla, Filipinler’e değin uzanan Güney Asya halklarıyla, genelde Orta Asya halklarıyla, Kuzey Afrika halklarıyla, hatta yoğunluğu az da olsa kimi Balkan halklarıyla, ‘ortak tarihi’ olmamış mıdır halkımızın? Yadsınamayacak denli açık bir gerçek değil midir bu?
Peki, hangi kaynaktan kökenleniyordu bu ‘ortak tarih’? Salt, dinden, müslümanlıktan kökenlenmiyor muydu bu ‘ortak tarih’? Burda, ‘ortak tarihi’ kökenlemesi yönünden; insana kendi kendini çok geniş düzlemlerde algılama yetisi kazandırması, insana ulusallığın dar kapılarını kırarak evrensele açılma gücü vermesi, en azından insanı buna özendirici nitelikleri yönünden; dinin, müslümanlığın evrensel yanı çalışmıyor muydu?
Oysa, ulusumuzun evrensel hiçbir işlevi yok şimdi. Evrensel işlevi kalmamış bir ulusun yeryüzünde büyük bir anlamı da olabilir mi? Yalnızca, bir anlamı bile, olabilir mi? Çünkü, Batıcılıkla, ülkemizde gerici bir yönetsel sürece girildiğinden, bu ‘ortak tarih’ aşınmaya, tüm örgensel bağlar çürümeye, yok olmaya başlamıştır. Yaslandığımız, kökenlendiğimiz tarihsel temelden kesin biçimde uzaklaştırılmadık mı Batıcılıkla?
Sorun, bir uygarlık sorunu, bir varoluş sorunu olarak duruyor ortada. Ben daha ileri gidip şunları da söyleyeceğim: salt bu andığım halklarla değil, tüm dünya halklarıyla kişilikli, onurlu, insancıl, barışçıl ilişkiler kurmak istiyorsak, yeniden kazanmaya, elde etmeye çalışmalıyız tarihimizden kökenlenen evrensel kişiliğimizi; daha doğrusu, evrensel kimliğimizi.
Nuri PAKDİL
14 Nis 2012
ALTI ÇİZİLMİŞ SATIRLAR...
dış dünya ferdin gözünde, kendi toplumundan ve kendi sınıfından yansıyan olaylar ve görüntülerden oluşmuş bir biçimdir.
.................................
hicret kelimesinin anlam derecesi öyle yücelmiş, öyle genişlemiştir ki, kelime yeryüzünde bir yerden bir yere gitmekten çok ötede anlamlar kazanmıştır. ruhun, fikri ve ahlaki her türlü inkılabı bu kelime ile ifadesini bulur.
.................................
hicret, fert veya toplumun yer'e bağımlılığını koparır, onu bağımlılıktan kurtarır.
.................................
topyekün bir hareket ve toplumsal bir diriliş sebebi olan hicret, insanı, içinde bulunduğu dört donuk unsurdan ( tarih, toplum, tabiat, ten) kurtararak yüce ve kamil makamlara ulaştırır.
..................................
hicret, her türlü bağı kesmektir. bir muhacir bağımsız bir ülkedir.
ALİ ŞERİATİ - Her Hicret Bir İnkılaptır
13 Mar 2012
SAYIKLAMALAR...
yarım
Bir an, sanki öylece
Yontulurken kırılmış
Bir mermer oluyorum.
tufan
Farkındayım tufanın
Telaşın ve korkunun
Sığınacak bir gemi
Bulamadım kendime
Eski çürük bir sandal
Beni taşır denize.
-ç-
-ç-
1 Oca 2012
BİR ESKİ İSTANBUL HÜZNÜ: DÖRT KİŞİLİK BAHÇE
“Nasıl
geçti habersiz, o güzelim yıllarım
Bazen
gözyaşı oldu bazen içli bir şarkı…”Bu hicaz şarkıyla başlıyor oyun. Karanlıkta şarkının sözleri kulağınıza güzel bir şeyler fısıldarken yavaş yavaş belirmeye başlayan dekorda eski, yıpranmış bir konak ve sonbahar yapraklarıyla dolmuş bakımsız sanki kimsesiz bir bahçe şarkıyı daha da anlamlı kılıyor. İlk andan itibaren hüzün gelip yerleşiyor içinize ve oyunun sonuna kadar da ara sıra tebessüm ettiren bazı diyaloglar dışında hüzün hükümranlığını sürdürüyor insanın üzerinde. Murathan mungan'ın aynı isimli eserinden sahneye aktarılmış bir oyun Dört Kişilik Bahçe.
Fatma Aliye’nin yalnızlığına, dış
dünyadaki yaşamdan uzak kalışına, bahçenin sınırları içindeki yaşamdan başka
bir yaşanmışlığı olmamasına kısaca Fatma Aliye’nin hüznüne tanıklık ve ortaklık
eden şey içinde çeyizlik porselen yemek takımlarının olduğu vitrindir. Fatma Aliye henüz kimsenin yemek yemediği,
hiçbir sofraya konulmamış, öylece kullanılacağı, işe yarayacağı, mutlu aile
sofralarına yerleştirileceği günü bekleyen bu porselenlerle bağdaştırır
kendini. Bazen gider okşar onları, tozunu alır, hayal kurar belki. Yıllar sonra
çıkıp gelen Talia’ya da anlatır porselenlerinin hikayesini. Talia çıkıp
geldiğinde onca kırgınlığına ve kızgınlığına rağmen çok mutlu olur Fatma Aliye,
affetmeyi tercih eder. İki kardeş konağın perişan bahçesinde geçmişi yâd eder,
çocukluğun güzel günlerini anımsarlar.

“Kapıldım
gidiyorum bahtımın rüzgârına
Ey
ufuklar diyorum yolculuk var yarına
Ayrılık
görünmüşken yar tutmuyor elimden
Misafirim
bugün ben gurbet akşamlarına”
Arka
planda bu şarkıyı mırıldanıyor sanki tüm karakterler. Talia tekrar evi terk
ederken, Fatma Aliye Talia’nın bıraktığı mektupla gerçeklerle yüzleşirken, Afife
Reşat bir şey olmamış gibi davranırken ve hep bir ümit Reşat’ı beklerken,
Server paşa, Nerime sultanı düşünerek İstanbul ışıklarına dalıp giderken… Çınar
ağacının sararıp düşen yaprakları gibi bahtının rüzgârında savrulup giden aile
fertleri…
“Bu
son şansımız Fatma Aliye. Bu son şansın.
Biz
ve sen artık ayrılmaz bir bütünüz. Ve aynı yolculuğun ortak gezginiyiz. Bunu
biliyor muydun?
Bu
son durağımız Fatma Aliye. Bu son konak, bu son kuşak Fatma Aliye.”
Vitrinde yaşamayı bekleyen porselen
tabakların isyanındaki gibi Fatma aliye ve ailesi için son konaktır Emirgan’daki
bu konak. Oyun Fatma Aliye’nin sinir krizi anında paramparça ettiği
hayalleriyle son buluyor ve son bir mektupla. Asla gönderilemeyecek bir mektup.
Kırık dökük hayatlar ve harap bir konak, yaşlı bir çınar, ayrık otları
tarafından sarılmış bir bahçe, geri planda son İstanbul, birilerine hicran
taşıyan uduyla Fatma Aliye…
Eski Yeşilçam filmlerini ama hüzünlü ve
ahşap bir konakta geçen filmleri, eski İstanbul şarkılarını, hikayelerini
sevenlerin beğenerek izleyeceği bir oyun Dört Kişilik Bahçe.
“biz
bahçemizin dışındaki dünyayı hepten unuttuk. Şimdi de bu unutkanlığın bedelini
ödüyoruz…”
Ç.B.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)