1 Oca 2012

BİR ESKİ İSTANBUL HÜZNÜ: DÖRT KİŞİLİK BAHÇE


“Nasıl geçti habersiz, o güzelim yıllarım
Bazen gözyaşı oldu bazen içli bir şarkı…”

    Bu hicaz şarkıyla başlıyor oyun. Karanlıkta şarkının sözleri kulağınıza güzel bir şeyler fısıldarken yavaş yavaş belirmeye başlayan dekorda eski, yıpranmış bir konak ve sonbahar yapraklarıyla dolmuş bakımsız sanki kimsesiz bir bahçe şarkıyı daha da anlamlı kılıyor. İlk andan itibaren hüzün gelip yerleşiyor içinize ve oyunun sonuna kadar da ara sıra tebessüm ettiren bazı diyaloglar dışında hüzün hükümranlığını sürdürüyor insanın üzerinde. Murathan mungan'ın aynı isimli eserinden sahneye aktarılmış bir oyun Dört Kişilik Bahçe.
      Oyun parçalanmış, yıpranmış, birbirini anlayamamış bir ailenin öyküsü. Oyunda sadece ismini duyduğumuz evin oğlu Reşat on yıl önce evi terk etmiş ve bir daha kendisinden bir haber gelmemiş en son Amerika’da olduğu duyulmuştur. Afife Reşat oğlunu çok seven ve hasretle onun dönmesini bekleyen bir anne. Kızlarından küçük olanı Talia evlenmek için onları bırakıp gittiğinden kızına öfkeli, büyük kızı Fatma Aliye ile de mesafeli, otoriter bir ilişki içinde olan ve ayrıca bunama belirtileri gösteren yaşlı paşa babasına bakan bir kadın Afife Reşat. Yaşadıklarını çoğunlukla içine atan, sessiz kalan, kendine duvarlar ören, çocuklarıyla arasında hep bir sürtüşme olan, güzel günler yaşadığı, varlıklı geçmişine özlem duyan bir İstanbul hanımefendisi. Elinde kalan eski şatafatlı günlerin tek tanığı konağı satmamak için direnirken Fatma Aliye ile çatışmasına tanık oluyoruz.
 Fatma Aliye evin büyük kızı, ailesinin içine düştüğü maddi sıkıntılar yüzünden hiç tasvip etmemesine rağmen çalışmak zorunda kalan, anne ve dedesinin sorumluluğunu üzerinde hisseden, duygusal, karamsar, yaşamın güzelliklerinden ümidini kesmiş bir kadın. En büyük zevki ud çalmak. Ud Fatma aliye için ve diğer aile fertleri için bir ışık gibi, güzel günlerin yadigârı, Beylerbeyi’ndeki konakta yaşanılan günlerden kalma bir dost. Server Paşa’yı bile dalıp gittiği sonsuz boşluktan çıkarabilen bir mucize ud.
      Fatma Aliye’nin yalnızlığına, dış dünyadaki yaşamdan uzak kalışına, bahçenin sınırları içindeki yaşamdan başka bir yaşanmışlığı olmamasına kısaca Fatma Aliye’nin hüznüne tanıklık ve ortaklık eden şey içinde çeyizlik porselen yemek takımlarının olduğu vitrindir.  Fatma Aliye henüz kimsenin yemek yemediği, hiçbir sofraya konulmamış, öylece kullanılacağı, işe yarayacağı, mutlu aile sofralarına yerleştirileceği günü bekleyen bu porselenlerle bağdaştırır kendini. Bazen gider okşar onları, tozunu alır, hayal kurar belki. Yıllar sonra çıkıp gelen Talia’ya da anlatır porselenlerinin hikayesini. Talia çıkıp geldiğinde onca kırgınlığına ve kızgınlığına rağmen çok mutlu olur Fatma Aliye, affetmeyi tercih eder. İki kardeş konağın perişan bahçesinde geçmişi yâd eder, çocukluğun güzel günlerini anımsarlar.
Talia için bu konak ve annesi hayatını zorlaştıran, onu boğan unsurlardır. Annesi, Talia’nın geldiğini öğrenince hiç hoşnut olmaz ama yine de sıradan bir durum gibi gününe devam etmek ister. Talia ise annesiyle yüzleşmek istemektedir, nefretini, kırgınlığını annesinin yüzüne haykırmak ister ve onu sevmek istediğini söyler. Bu yüzleşme sırasında annesinden aslında kendi kıskançlıkları ve hırsları yüzünden acı çektiğini öğreniriz Talia’nın. O, her ne kadar annesini suçlamak istese de kendi hatalarını da kabullenir ve nihayet annesinin kendinden nefretinin sebebi olarak ona benzemesini, karakter olarak annesinin aynası gibi olduğu için bu sevgisizliğe maruz kaldığını söyler. Bahçe bir yüzleşme mekânıdır aslında, Fatma Aliye ile Talia,Talia ile Afife Reşat, Afife Reşat ile Fatma Aliye. Sürekli bir hesaplaşma, yüzleşme içinde olan karakterler için bahçenin onarılması, yeşillendirilmesi fikri hem tartışmalardan, sorulardan kaçış bahanesi hem de hayatta tutunulacak bir daldır. Çınar ağacının gövdesine yaslanıp yaşamaya devam eden aile bu ağacın çürümekte olduğunun farkında fakat ümit etmekten çok uzaktadır. Bu yüzden bir türlü bahçenin ve konağın onarımı için harekete geçemezler, hep lafta kalır.
“Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına
Ey ufuklar diyorum yolculuk var yarına
Ayrılık görünmüşken yar tutmuyor elimden
Misafirim bugün ben gurbet akşamlarına”
Arka planda bu şarkıyı mırıldanıyor sanki tüm karakterler. Talia tekrar evi terk ederken, Fatma Aliye Talia’nın bıraktığı mektupla gerçeklerle yüzleşirken, Afife Reşat bir şey olmamış gibi davranırken ve hep bir ümit Reşat’ı beklerken, Server paşa, Nerime sultanı düşünerek İstanbul ışıklarına dalıp giderken… Çınar ağacının sararıp düşen yaprakları gibi bahtının rüzgârında savrulup giden aile fertleri…
“Bu son şansımız Fatma Aliye. Bu son şansın.
Biz ve sen artık ayrılmaz bir bütünüz. Ve aynı yolculuğun ortak gezginiyiz. Bunu biliyor muydun?
Bu son durağımız Fatma Aliye. Bu son konak, bu son kuşak Fatma Aliye.”
     Vitrinde yaşamayı bekleyen porselen tabakların isyanındaki gibi Fatma aliye ve ailesi için son konaktır Emirgan’daki bu konak. Oyun Fatma Aliye’nin sinir krizi anında paramparça ettiği hayalleriyle son buluyor ve son bir mektupla. Asla gönderilemeyecek bir mektup. Kırık dökük hayatlar ve harap bir konak, yaşlı bir çınar, ayrık otları tarafından sarılmış bir bahçe, geri planda son İstanbul, birilerine hicran taşıyan uduyla Fatma Aliye…
    Eski Yeşilçam filmlerini ama hüzünlü ve ahşap bir konakta geçen filmleri, eski İstanbul şarkılarını, hikayelerini sevenlerin beğenerek izleyeceği bir oyun Dört Kişilik Bahçe.
“biz bahçemizin dışındaki dünyayı hepten unuttuk. Şimdi de bu unutkanlığın bedelini ödüyoruz…”


Ç.B.